Gürcistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Rotası 1
-Türkiye, Gürcistan, Rusya Bölümü-
Merhaba Arkadaşlar;
Yine her seneki gibi Avrupa Turu hayalleri kurarken bu adi Yunan’lıların Schengen Vizesi vermemeleri sonucu rotamı değiştirmek zorunda kaldım. Son dört senedir her sene Schengen’e başvurmama rağmen hep bir şeyler bulup vermiyorlar vizeyi. Beraber başvurduğumuz arkadaşa, üzerine çok bir şey olmamasına ve bir yerde çalışmasına rağmen vize verdiler. Ben hem evliyim, hem işyerim var, her şeyi eksiksiz ve doğru yapmama rağmen yine de vize çıkmadı.
Sonuç olarak, bu keferelere artı güvenim bittiğinden her zaman ikinci bir planım oldu 😉 Dedim ki madem vize vermiyorsunuz bende Orta Asya’ya giderim dedim. Hemen rota çalışmalarına başladım. Haritayı açtım bir de baktım ki; ülkeden vizesiz Gürcistan ve Azerbaycan hariç hiçbir yere giriş yapamıyorum. Türkiye-İran-Türkmenistan tarafından gitsem, Türkmen vizesi, İngiliz vizesinden bile zor olduğundan bu rotayı es geçtim.
Dedim Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Elet’ten gemi ile Kazakistan Aktau’ya geçeyim. Hemen araştırmalara başladım. Azeri tanıdık arkadaşları araya soktum, sonuç olarak gemi tamamen dolmadan kalmıyor, (bu üç günde beş günde sürebilirmiş) Fiyat olarak da 110 Dolar motosiklet, 70 dolarda kamara gidiş dönüş 360 dolar tutuyor, geminin ne zaman kalkacağı da cabası. (Benden sonra bir motosikletli iki arkadaş gittiler, bir hafta da ancak karşıya geçtiler)
O zaman dedim ki; rotayı Rusya’ya çevirelim, uçak düşürme olayından sonra Rusya’ya da vize uygulaması olduğundan pasaportları Sakarya’dan bir firmaya verdim 190 dolar karşılığında 29 günlük iki girişli Rusya vizesini aldık. Şu an aramız iyi olduğundan vizelerimiz çabuk geldi, çok da bir evrak istemediler.
Rotamızı kabaca Sakarya, Sarp, Vladivkavkaz, Ufa, Çelyabinsk, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan olarak belirledik.
18.07.2018 (1. Gün)
Sakarya – Rize
Sabah 4,30 gibi forumdan emre1981 nickli, Emre Kadınoğlu ile yola çıktık. Otobandan girip, Gerede’den çıktık. Sahil yolundan usul usul yolumuza devam ettik. Yolumuz çok uzun olduğundan vakit kaybetmemek için çok fazla bir yere uğramadık.
Gitmeden önce bende Triumph Tiger Explorer 1200 vardı, Orta Asya tarafında bana sıkıntı yapar, hem de çok ağır diye onu satıp 2400 km.de 2016 bir AfrikaTwin aldım, Emre’de de 2008 model BMW R1200 GS var.
Çıkmadan önce Afrika’nın km.si
Her zaman Karadeniz’e gittiğimde mutlaka uğradığım Samsun / Çarşamba’daki Galip Usta pide salonu, buranın karışık pidesini tavsiye ederim. Adresi de bu : https://www.google.com/maps?q=loc:41.1979595,36.7273286
Biraz tempolu sürerek gece 9,30 gibi ilk kamp alnımız Rize /Ağaran Şelalesinin dibine kampımızı kurduk.Buraya gelmeden önce Rize’de erzak falan alıp şelalenin dibinde akşam yemeğimizi de yedik.
19.07.2018 (2. Gün)
Rize – Stepantsminda (Gürcistan)
Sabah 7,30 gibi kalkıp drone ile de çekimlerimizi yaptıktan sonra yola koyulduk. Ağaran Şelalesinden merkeze Çayeli’nde kavatlı için yer aradık, küçük bir kafe görüp durduk. Hemen tost falan söyleyip yemeğe başladık. Sahibi ile muhabbet ederken laf lafı açtı, laf gezi bütçesine geldi. Bende 7 yıldır sigara parasını biriktirip o para ile gezdiğimiz söyledim. “aaa ben seni haberlerde gördüm, senden örnek alıp bende sigarayı bıraktım” dedi, “bu haber mi” diyip YouTube’dan haber videosunu açtım, onu görünce bayağı bir şaşırdı.
Bende bu haberin bir kişiye sigarayı bıraktırdığını öğrenince epey mutlu oldum. Bu haberi kabul etmemin de en büyük sebebi de buydu. ”Bu haber sayesinde bir kişi bile sigarayı bırakırsa o bana yeter” demiştim. Bir 90 km. gidip Sarp sınır kapısına geldik, çok fazla beklemeden sınır kapısını geçtik.
Gürcü tarafındaki memur elimize bir kağıt tutuşturup bunu yaptırın dedi. Kağıda baktım motosiklet için trafik sigortası yazıyor. 15 günlük sigorta 20 Lari. Dedim “Anadolu çocuğu yer mi bunu, zaten bir gün kalıp çıkacağım gerek yok sigortaya 20 lari kara geçelim” dedim. Çıkışn karşısındaki sigortacılar üşüştü başımıza “ abi sigorta yapalım “ diye, dedim “gerek yok koçum, biz Türk’üz bize bir şey olmaz” adamda bana anlamlı anlamlı baktı. “Neyse boş ver” dedik çıktı yola.
Zestafoni’de yol üzerinde bu cafede geçen senede haçapuri yemiştim, buranın haçapurisi mükemmel (koordinat: 42°06’44.7″N 43°02’15.8″E )
Gürcistan’ı geçen sene epey gezdiğimden, (merek edenler için Gürcistan, Azerbaycan ve İran gezi link ) hiç sağa sola takılmadan, Batum, Poti, Samtredia, Zestafoni, Mtsheta rotasını izleyerek, akşam 21:00 gibi, toplamda 620 km. yaparak Kazbegi Dağlarındaki Rus sınır kapısı köyü Stepantsminda’ya geldik. Köyün hemen çıkışında ilk köprüyü geçince bir sırt var oraya çadırımızı kurduk.
(Çadır kurmak için alan koordinat : 42.6638822,44.6414431 ) Gece yol bizi yorduğundan bir çay demledik, yorgunluğumuzu biraz atıp yattık. Gece burası epey soğuk oluyor, demedi demeyin burada kamp atacaksanız mutlaka içlik falan getirin.
20.07.2018 (3. Gün)
Stepantsminda – Georgiyevsk (Rusya)
Sabah uykuyu biraz fazla kaçırıp 9,30 gibi uyandık, yakın bir cafede kahvaltımızı yapıp yola çıktık. Sınır kapısı Stepantsminda’ya 15 km. uzakta. Yollar bildiğiniz Gürcistan yolları, bunu anlatmayacam bile
Saat 10:00 gibi nihayet Rusya sınırına geldik. Buraya kadar güle oynaya geldik ama zaman geçtikçe suratımız düşmeye başladı. Gürcü sınırından çıkarken memur benden sigorta evraklarını istiyor, tabii ben şok, “dedim unutmadınız mı bunu?” damarlarımda akan kan itibarı ile ben salağa yatıyorum tabii, memur hala “insurance, strakhovaniye” diyip duruyor, biz Emre ile birbirimize bakıp hala salağa yatıyoruz. En son memur bize sigorta evrağı gösterdi baktık çıkış yok yaptırmadığımız söyledik, bize bir Erol Taş bakışı atarak bekle dedi, hemen önündeki yazıcıdan tertemiz ceza makbuzu çıkardı 100 Lari bana, 100 Lari Emre’ye “gidin şimdi bankaya bunu ödeyin” dedi. Biz yine uyanıklık yapıp biz ödemeyiz diyip, sınırın Rusya tarafına geçtik.
İşler buraya kadar yine iyiymiş meğer, Gürcü’den çıkıp Rus sınırına gelince epey bir sıra vardı, biz motosikletle öne geçtik, bize bekleyin dediler. Bir yarım saat, kırkbeş dakika sonra bir memur biz hariç 6 kişilik bir türk dağcı grubunu ve bizi alıp bir odaya götürdüler. İçimden dedim “eh şimdi Cafer de bez getirebilir” Herkesi sıra ile bir odaya alıp sorguya başladılar. Bizi alıp götüren ajan olduğunu söylediler, biraz çat pat Türkçe biliyor. Dağcı gurubundaki Mustafa’da yine çevirmenlik yapıyor. Bir kişi odadan 40 dk.da çıkıyor, o süre boyunca bir dünya soru soruyorlar. Neyse epey bir süre sonra sıra bana da geldi.
-Adın ne? -ne iş yapıyorsun? Daha önce Rusya’ya geldin mi? –nerede yaşıyorsun? Eşin ne iş yapıyor? –eşinin doğum tarihi? –ailende asker var mı? –çocuk var mı? Bunun gibi bir dünya soru soruyorlar, hepsini de sisteme giriyorlar. Cep telefonumum IMEI numarasını bile aldılar.
Tam dört buçuk saatte ancak çıkabildik sınırı, meğer ilk defa giren bütün herkese aynı soruları soruyorlarmış. Biz ordayken aynı şekilde bir Kazak grubu da aynı bizim gibi sorguya çektiler. Eğer ilk defa girecekseniz korkmayın, herkesin başına geliyormuş bu olay. Buradan geçiş planınızı ona göre yapın. Gürcü tarafında sigortadan canımız yanınca ilk işimiz sınırın hemen dibinde bulunan ilk sigortacıya gidip 30 günlük sigorta yaptırdık. Bu da bize 1200 ruble yani 20 dolar a patladı.
Sağ salim sınırı geçtikten sonra 30 km. ilerde Vladivkavkaz’a geldik. Hemen ilk bulduğumuz AVM’ye girip hem yemek yedik hem de internet için sim kart aldık. Gelmeden önce yaptığım araştırmalar sayesinde burada en güzel interneti olan operatör MTC imiş. 20 GB. İnternet karşılığında 600 Ruble verdim. Bu da 58 TL gibi bir şey yapıyor sanırım.
Sınırdan itibaren toplamda 235 km. yapıp Georgiyevsk yakınlarında bir göl kenarı bulduk, hemen çadırımız kurduk. Vladivkavkaz ile burası arası ufak ve şirin köylerden geldik gayet keyifliydi. İlk defa Rusya’ya geldiğimden epey heyecanlıydım, her ülke yeni kültür, yeni yaşam tarzları ve çok güzel hatırlarla dolu oluyor. Akşam 20:00 gibi çadırımızı kurup akşam eyemeğimizi de yedikten sonra güzelce uyuduk. Kamp alanımız çok güzeldi yolu düşenler için koordinat : 44.1429658,43.4902996
21.07.2018 (4. Gün)
Georgiyevsk – Volgagrad
Sabah 7,30 gibi katlık, yakındaki bakkaldan aldığımız peynir, salam ile çay demleyerek kahvaltımızı yaptık. Drone ile çekimlerimizi de yaptık.
Çadırımızı topladıktan sonra yolumuza devam ettik. Rusya’da geçirdiğim süre boyunca hiç otoban kullanmadık, ya biz giremedik, yada otoban yok. Haritada kalın sarı renkte olan yollar bile köy içlerinden geçiyor, ülkede o kadar demir yolu var ki, her ilçede ya da köyde demiryolu geçidi var, mecburen yavaşlıyoruz. Ağır usul yola devam ediyoruz, bir yerde polis bizi durdurdu, “neyse her şeyimiz tam” dedim, polis bize Rusça bir şeyler sordu kamil kamil adamın suratına bakınca yabancı olduğumuz anlayınca “de hadi gidin” der gibi işaret yaptı, “İsa seni korusun” diyip yola devam ettik.
Arzgır yakınlarında bir petrole girdik, pompacı bekledik, meğer pompacı yokmuş Rusya’da her kes kendi işini kendi görüyor. “Kacca” ya parayı veriyorsun, onlar limitliyorlar, sen dolduruyorsun.
Rusya’da şunu gördüm ki; kimse İngilizce bilmiyor, seviyeleri belki bizden bile aşağıda. Petrolde kasadaki kadına 1000 ruble veriyorum, ninetyfive oktan benzin, diyorum hala bana bakıyor, motoru gösteriyorum, pomp two, full diyorum yine bana bakıyor en son heee diyip açıyor. Daha sonraki yakıt alımlarında Lukoil’i tercih edince kalite de arttı, çalışanlarda gayet anlaşılırdı, Rusya boyunca Lukoilleri tercih ettim. (Not: gizli reklam yoktur )
Rusya’da yaşadığım en büyük sıkıntılardan biri de tabelalar oldu. Telefonda çok fazla navigasyonu açamadığımdan (hem çabuk şarj bitiyor, hem de sıcaktan kapanıyor) tabelalara bakarak gittik. Ama tabelalar hep kril alfabesi ile yazıldığından hiçbir şey anlamıyoruz. Önce Google Mapsten gideceğimiz şehrin Rusça yazılışını buluyoruz, daha sonra o görüntüyü kafama kazıyorum. Mesela Volgagrad’ın yazılışı “Волгоград” bunu hafızaya alıyorum, “bonrorpaA” gibi okuyorum ona göre yolu buluyorum.
Elista yakınlarında giderken full yüklü bir motor dikkatimi çekti, biraz daha yaklaşınca bir de baktım ki 07 plaka, İbrahim Yaman YBR 125 ile Japonya’ya gitmek için yola çıkmış, daha sonra bazı olaylar olmuş ve Rusya’da gezmeye karar vermiş.
bir süre muhabbet edip yola devam ettik, Kalmukya bölgesinde Ketchenery yakınlarında bir mola verdik mola esnasında güzel bir resim görüp yanında resim çekildik, kendisi benmi profil resmim olur AT ları görünce benim AT’ı da yanına götürdüm.
Bu bölge Kalmukya Özerk bölgesi, ve Rusya federasyonuna bağlı. En dikkat çeken özelliği ise Avrupa’ya en yakın Budizm’in en yaygın din olduğu tek bölge olmasıymış. Zaten bölgeye yaklaştıkça “nereye geldim ben” dedirtiyor. İnsanlar Moğollara benziyor. Atlar her yerde
Ufak bir Vikipedia bilgisi :
Kalmukların ataları Oyratlar Güney Sibirya steplerindeki İrtiş Nehri kıyılarından Aşağı Volga bölgesine 1630 yıllarında gelmişlerdir. Volga deltası üzerinde kuzeyde Saratov’dan güneydeki Astrakhan’a kadar olan geniş steplere yerleşmiş, burada Kalmuk Hanlığını kurmuşlardır. Yerleşmelerinden 25 yıl sonra Kalmuklar Rus Çarına bağlanmışlardır. Ruslarla anlaşma yaparak, Rusya’nın güney sınırını koruma karşılığında Rus sınır yerleşimlerinde ticaret yapma ayrıcalığı kazanmışlardı. Ancak bu bağlılık daha çok sembolik kalmıştır.
Kalmuk hanları genellikle “Göçebelerin Büyük Yasası” (Iki Tsaadzhin Bichig) adını verdikleri kurallara göre kendi kendine yönetim uygulamışlardır. 18. yüzyılın ortalarına doğru Ruslar Kalmukların içişlerine daha fazla karışmaya başlar. Bunun üzerine 1770 yılında son Kalmuk hanı Ubashi Han halkını anavatanları Cungarya’ya geri götürme kararı alır. Yaklaşık 168.080 kadar Kalmık Ubashi Han’ın liderliğinde Orta Asya’nın diğer ucundaki vatanlarına doğru yola çıkar. Yolda düşmanları Kazaklar ve Kırgızlarla savaşan, bir taraftan da açlık ve susuzluğa maruz kalan Kalmıkların çoğu ölür.
Aylarca süren zorlu yolculuğun sonunda yalnızca 66.073 kadar Kalmık Mançular’ın denetimindeki Sincan’a ulaşır. Çariçe Katerina Kalmuk Hanlığını feshederek bölgeyi Astrakhan valisine bağlar. Rusya’da kalan Kalmuklar savaşlarda Rusya adına savaşmış, yavaş yavaş yerleşik bir yaşam tarzını benimsemişlerdir. Ekim Devrimi’nden sonra çoğu Beyaz Ordu saflarında çatışan Kalmıklar yurtdışına kaçar. Kalmık Diasporası Türkiye’de bir süre kaldıktan sonra, Yugoslavya, Bulgaristan, Çekoslavakya ve Fransa’ya dağılır. Sovyet yönetimi geride kalanları sert bir şekilde cezalandırmış, onbinlercesini idam etmiştir. Kalmukya 4 Kasım 1920’de, Sovyetler Birliği içinde özerk bir bölge olarak ilan edilir; 1935’te ise, özerk bir cumhuriyet olur.
Stalin döneminde Budist manastırlar kapatılır; Kalmuk dini metinleri yakılır; 1932-1933 yılları kollektivizasyon döneminde yaklaşık 60.000 kişi açlıktan ölür. II. Dünya Savaşı sırasında Kalmukya Nazi işgaline uğrar. 1943’te Sovyetler bölgeyi geri alır; Stalin Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Kalmukların tümünün Orta Asya ve Sibirya’ya sürülmesini emreder. Yarısı, yolda; geriye kalanların büyük bir bölümü de Sibirya’da ölür. Ancak 1957’de Kruşçev’in izniyle yurtlarına geri dönebilimiştir. 1958’de Kalmıkya, yeniden özerk bir Sovyet Cumhuriyeti olur. Sovyetler’in çöküşünden sonra, Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürmektedir.
Toplamda 610 km. sürerek akşam 18:00 gibi Volgagrad’a geldik. Hem duş alalım hem de sırtımız biraz dinlensin kendimize gelelim diye kendimiz şımartarak bu gece hostelde kalmaya karar verdik. Hemen bookingten hostel aradık, şehir merkezine yakın Hostel Centre diye uygun bir hostel bulduk. Hemen gidip kişi başı 350 ruble gibi bir ücretle 8 yataklı yatakhaneden iki yatak aldık. Duşumuzu aldıktan sonra küçük bir şehir turu attık.
Hep konserve konserve nereye kadar diyip güzel bir restoranda et siparişi verdik. Domuz eti istemiyorum derken epey zorluk çektim, en son google çeviriden Rusça ismine baktım yazılışı “свинина” okunuşu ise “svinina” bir şey alacağım zaman “no svinina” diyorum heee “müsülman” diyorlar evet diyince ok. Diyorlar. Böyle anlaşıyoruz.
Hesap 2200 ruble gelince peeehh dedim ama neyse, kaç gündür peynir, konserveden bıktık :d Akşam 22:00 gibi hostele dönüp, günü mutlu ve huzurlu bir şeklide kapadık.
22.07.2018 (5. Gün)
Volgagrad – Saratov
Sabah erkenden kalkıp kahvaltıdan sonra şehri gezmeye karar verdik, ilk durağımız olan Mamayev Kurgan anıtına geldik. Burası 1967’de 2. Dünya savaşında ölen askerler anısına yapılmış. Burdaki heykelin yapımı sekiz yıldan fazla sürmüş ve o dönemin en büyük heykeliymiş. Heykelin elindeki kılıcı bilerek uzun bırakmışlar ki, ABD de bulunan özgürlük anıtından yüksek olsun
Mamayev Kurgan adı, “Tümülüs mamai” anlamına geliyor zira anıt bir tepenin üzerinde bulunuyor. Heykelin ismi de “Anavatan Çağırıyor” imiş. Burada Stalingrad (Volgagrad’ın eski adı) kahramanlarından ünlü keskin nişancı Vasili Zaytsev mezarıda bulunuyor, bu amcamız savaş esnasında 400 kişiyi öldürmüş ve bunların 40 kadar kişisi de önemli rütbelerde olan askerlermiş. Savaştan sonra epey bir madalya alarak savaş kahramanı haline gelmiş. Burada sadece Bu keskin nişancı değil kızıl orduya bağlı askerlerde burada yatmaktaymış.
Şehir hemen Volga nehrinin kenarında olduğundan harika da bir manzarası var buranı. Buradaki neredeyse tüm tabelalar ve bilgi taşları Rusça olduğundan pek bir şey anlamadım, böyle yerlere geldiğimde internetten orası hakkında bilgi alıyorum.
Rusya,Gürcistan,Kazakistan’da bulunan KBAC cılar, tam olarak nasıl bimiyorum ama alkolsüz bira galiba, sıcak hava da ilaç gibi geldiğinden habire götürdüm . Buradan sonra da hep merak ettiğim, Call of Duty 2 de de epey zorlandığım ve çok sevdiğim bir bölümde yer alan Pavlov’un evini de ziyaret ettik:
Buranın Rusça adı Dom Povlova, buranın ismi İkinci dünya savaşı sırasında Satalingrad’ı müdafaa eden, ve önce binayı ele geçirip, sonra da savunan bir takım askerin kumandanı Başçavuş Yakov Fedatoviç Pavlov’dan alan bir apartmandır. Pavlov’un Evi” ismi muharebe esnasında binadan dönen bir sıhhiyenin nereden geldiği sorusuna “Pavlov’un evinden” cevabını vermesiyle ortaya çıktı. İsim 13. Muhafız Tümeni içinde kısa sürede kabul gördü ve savaştan sonra da kullanılmaya devam etti. Pavlov’un Evi günümüzde anıt olarak durmaktadır.
Pavlov’un evi hala apartman olarak kullanılmakta ve binanın dış tarafında tuğladan yapılma bir heykel de bulunmaktadır. duvarının üstündeki yazıda; “Bu evin yapısında askerlerin kahramanlıkları ve işçilerin emekleri birbirlerine kaynaşmıştır.” Yazmaktadır.
Binanın ilk ele geçirilmesinde yüksek rütbeli subayların ölmesinin ardından, emir komuta en yüksek rütbeye sahip Başçavuş Pavlov’a geçmişti, ama Stalin tarafından verilen emir açık ve netti “ne olursa olsun geri çekilmek yok!” Emrinde olan 26 asker ile savunma tertibatlarını kurdular, Binanın etrafını dikenli teller ile çevirip, meydana giden yollara mayın döşediler, çatıya kum torbaları ve PTRS-41 model anti-tank mermisi atan bir tüfek yerleştirildi. Binanın içinden delik açıp makineli tüfekleri yerleştirdiler. Artık Almanlara karşı savunmak için hazırdılar. Bundan sonra çatışmalar tam 59 gün sürdü. Pavlov tankların iyice yaklaşmasını bekleyip, onları en zayıf noktası olan üst kısmından anti tank mermisi ile işlevsiz hale getiriyordu. Bu şekilde 10 a yakın tankı etkisiz hale getirdi.
Pavlov’un Evi’ni almayı artık takıntı haline getiren Almanlar iki ay boyunca her seferinde geri çekilmek zorunda kaldılar. Eve yaklaştıkları her sefer havan topları, makineli tüfek kurşunları ve anti tank mermileri onların sonu oluyordu. Hatta bazen o kadar çok kayıp veriyorlardı ki, Pavlov ve diğerleri Alman askerlerinin cesetleri görüşlerini kapattıkları için dışarı çıkıp cesetleri başka yerlere taşıyordu. Evin olduğu yer Alman haritalarında artık “Festung” yani kale olarak işaretliydi.
Direniş 25 Kasım 1942’ye kadar 59 gün sürdü. O tarihte Kızıl Ordu birlikleri bölgeyi Almanlardan temizledi. 2 Şubat 1943’de ise Stalingrad Savaşı sona erdi.
Pavlov ve müfrezenin diğer askerleri o kadar çok Alman öldürmüşlerdi ki, Stalingrad’ı savunan 62. Ordu Komutanı Mareşal Vasili Çuykov savaşın ardından bu direnişi anlatırken, “Naziler, Pavlov’un Evi’ne saldırılarında, Paris’e saldırılarından daha fazla asker kaybettiler” diyecekti.
Buranın da tarihini öğrenip fotoğrafladıktan sonra yavaş yavaş yola çıktık, Volgagrad’ı 20 km. çıktıktan sonra GS birden stop etti. Ne oldu falan derken bir baktık ki benzin bitmiş. Yanımızda bidon vardı ama Rusya’da benzin sıkıntısı yok diye doldurmamıştık. Neyse ki bende vardı hemen 15 km. uzaktaki benzinlikten bidonu doldurup GS e hayat suyunu verdik.
Akşam 18:30 gibi Saratov’a geldik. Capatob yazılır, Saratov okunur
Saratov merkeze gidip bir yemek yedikten sonra yine yola devam ettik, şurda dururuz burada dururuz derken güzel yer bulucaz derken hava kararmak üzereyken bir köy tabelası gördük, hemen uydu görünümünden baktım ki Volga nehrinin kenarı, hemen daldık içeri. Nehir kenarı on numara bir yerdi, hemen çadırımızı kurup çayımızı içtikten sonra kapanışı yaptık.
Olurda bir gün yolunuz düşerse güzel bir kamp alanı koordinatları: 51.715406,46.7373441
23.07.2018 (6. Gün)
Saratov – Ufa
Sabah 8,30 gibi kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra motorun zinciri temizleyip bakımını yaptım. Emre nehri görünce biraz yüzdü. Rusya deyince aklımda kalan en güzel şeylerden biri de Volga Nehri oldu (Haritada İdil nehri olarak geçiyor) Bu nehir Moskova ile Leningrad arasındaki Valday tepelerinden doğuyormuş ve 3350 km. giderek Hazar Denizine dökülüyormuş. Ruslar bu nehirden deyim yerindeyse etinden, sütünden her şeyinden yararlanıyorlar. Üzerinde yük taşıma için kullanılan devasa nakliye gemileri bulunuyor, balıkçılık zaten almış başını gitmiş çok harika balıklar çıkıyor bu nehirden.
Geçtiği her köy ya da ilçede illaki sosyal alanlar var, Ruslar buralarda tertemiz nehre girip yüzüyorlar, etrafında spor yapan insanlar, elinde şarabı ve kız arkadaşı ile gelip burada eğlenen insanlar çoğunlukta. Ama taşkınlık çıkaran ben daha görmedim. Ukalalık olmasın ama hakikaten etraf da çok temiz ben suyun bu kadar berrak olmasına bayağı bir şaşırdım. Ülkemizde olsa illa bir fabrika giderini bağlayıp tüm doğal yaşamı öldürüp suyun rengini bile değiştirir. Gözümün önüne Sakarya Nehri’nin hali gelince epey üzüldüm. Bizim nehirlerimiz neden bu kadar temiz ve etrafında bu kadar sosyal alan yok diye içerledim.
Bir süre burada kaldıktan sonra yola çıktık, Pugachyov yakınlarında Kazakistan’dan çıkıp gezen bir bisikletli amca ile muhabbet ettik.
Yaklaşık 360 km. sürerek nihayet Samara’ya geldik. Sabah kamp alanımızdan buraya kadar yollar inanılmaz berbattı. Ben hayatımda ilk defa bu kadar bozuk şehirler arası yol gördüm. Gerçekten berbat ötesi bir yoldu, çukurlara düşsek bizi bulamazlar herhalde. Motor kesin sağlam çıkmazdı yani, yol çukurdan öte bir de tırtıklı, ilk önce bir tabela gördüm 140 km. bozuk satıh diye, kalan 220 km. de daha da bozuktu zaten. Yolda giderken o sarsıntıdan kask kamerası da uçmuş gitmiş, arka çantanın üzerindeydi, ger dönüp bir baktım ki yok. Hemen geri döndüm 5 km. gittim bir baktım ki çukurun içinden bana göz kırpıyor, hemen aldık baktım çalışmıyor, ben seni düzeltirim siyerekten aldım yanıma 😉
Samara’dan sonra yol düzelince biraz tempolu sürerek toplamda 850 km. yaparak, 22:30 gibi Ufa’ya geldik. Hemen kamp alanı aradık. Uydu görüntüsünden şehir merkezinde bir göl olduğunu görünce hemen o tarafa gittik. Gerçekten de on numara bir gölet yapmışlar. Zaten Rusya’da neredeyse her şehirde ya da yerleşim biriminde ya göl var, ya da gölet var. Olmayan yerlerde de Volga nehri var zaten. Bu açıdan mükemmel bir ülke Rusya. Tek aradığımız güzel ülkemizin güzel yolları oldu
Yakınlarda bulunan Taciklilerin işlettiği bir büfeden bizim döner gibi ama ekmek yerine lavaş kullanılan, arasına soğan, domates ve sos konulup tost makinesinde kızartılan döner çakması Sharma yedik.
Gece saat 24:00 gibi birkaç polis gelip evrakları incelediler, buraya motosiklet ile giriş yasak dedi “agam biz Türk’üz” diyince “tamam hadi madem kalın, bir daha olmasın” dediler. “eyvallah” diyip, çadırımıza geçip kapanışı yaptık. O yorgunlukla kafayı koyar koymaz başka alemlere geçiş yaptım.
Olur ya Ufa’ya gelirseniz kamp alanı aramayın, işte koordinatlar : 54.7725657,56.057042
24.07.2018 (7. Gün)
Ufa (Rusya) – Novonezhinka (Kazakistan)
Sabah saat 6:30 gibi güneşin alnımızın çatısına vurması ile uyandık. O kadar yorulmamıza rağmen epey dinç olarak güne başladık. Çadırı toplayıp kamp yaptığımız yerin hemen arkasında bulunan Lukoil’de kahvaltı yapalım dedik.
1 Marmelatlı Poğaça, 1 Haşhaşlı poğaça, 1 Meyve Suyu 250 ruble yaptık. Yani 17,50 gibi bir şey .
Motor o kadar km.dri yıkanmadığından hem zinciri temizlemek hem de yıkamak için Automoyka’ya girdim.
Yaklaşık 250 km. Ural Dağlarının güzel manzarası eşliğinde Çelyabinsk’e kadar geldik.
Çelyabinsk’ten Kazak sınırına doğru dönüp yine harika manzaralar eşliğinde 16:00 gibi Podgorodka sınır kapısına geldik. Biz daha gideceğiz gibi düşünürken pat diye sınır kapısı karşımıza çıktı. Orda bulunan iki kişi yanımıza gelerek Rusça bir şeyler söylediler, muhtemelen sigortacıydılar, İngilizce bilmedikleri için pek anlaşamadık, bende amaaan boşver deyip, sınırı sorunsuz bir şekilde geçtik.
Burdaki sınır kapısında yabancı olduğumuz öğrenince polisler bizi sınırın en ön tarafına aldılar, küçük bir webcam a bakarak fotoğrafımız çektiler. Karabalık’ta yol kenarında bir tesisten Paraları değiştirdik, aynı tesiste bir de yemek yedik. İnsanlar motorla Türkiye’den geldiğimiz duyunca epey şaşırdılar.
Karabalık’tan sonra 220 km. daha sürerek Novonezhinka’ya geldik. Burda bir köy bakkalından yemek için bir şeyler aldık. Bakkaldan ekmek istiyorum anlamıyor, İngilizce söylüyorum onu da anlamıyor. Telefondan “ekmek” kelimesini Rusçaya çevirdiğimde de anlamsız bir şeyler çıkarıyor, “bir şey ekmek” anlamında bir şeyler çıkıyor, kadın bana ben kadına bakarken telefondan ekmek resmi bulup gösterdim “heee hıleb” diyip ekmeği verdi. Gezi boyunca “hıleb” kelimesini kafama kazıdım.
Daha sonra 15-20 km. sürüp yerleşim yerin dışında bir göl kenarı bulup çadırımız kurduk. Tabii saat bu arada 22:30 oldu ama daha güneş bile batmamıştı. Göl kenarında olduğumuzdan mıdır nedir, bir sivrisinek vardı, çekirdek tanesi kadar boyutu vardı, çadırın içine topladılar, epey ısırdılar, çadırın her tarafını kapatıp tek tek öldürdükten, 810 km.nin verdiği yorgunlukla kafayı koyar koymaz uyumuşuz.